Kökler

Image 01
Eser No: 18
Sayfa: 304
Baskı: 2. Baskı
Tarih: Şubat 1996
Takdim İçindekiler Fragmanlar
Kökler
Necip Fazıl’dan Esseyyid Abdülhakîm Arvasî’ye

TAKDİM

Hususî bir ahenkle okunan özel bir şiirden yayılan mânâ buğusunun, rüzgârın etkisiyle deniz suyunda meydana gelen hareket misâli kelime klişelerine konması ve her biri bir yıldız hâlesi olan terkibî vahidleri temin ederek birinden diğerine iştirak noktaları ve atıflarla akması... Bir tecrit edasıyla tertibetmek üzere bu akışı takibediyor, merkezden başlayarak daire muhitinde soldan sağa ve sağdan sola doğru bir seyirle topladığımız yemişleri azık kabımıza dolduruyoruz. Demek ki bu eser, kusmuk misâli bir tertib değil, süt misâli bir terkibdir... Ve yüce dağ başındaki altun pınardan işaretlenen İBDA diyalektiğinin altun ölçüleri.

İki renk üzerine dokunmuş tüyden elbisesi ve İlâhî iki kanadın maksadıyla muhiti ihata eden ve suda yüzen su kuşu, iki cihetten riyasete ve iki sultan tarafından hesap edilişe ne güzel bir misâl... İsmi, "müsemma-isimlendirilişi" ile bir İLK, ensesi kızgın bir ütü altında, süt beyaz bir kâğıda sütle yazılmış malûmu ifşâ ediyor... Bu macera ayrı bir ruhî roman mevzuudur; ve şükrün eda ve izhârı hâlinde de bu eser.

Bu eseri, Dostum ve Sevgilim, zekâî, nazır, Ahmed Necip Fazıl'a, onun ağzından da, dünya gözüyle yüzünü görme devleti ve saadetinden mahrum olduğum "Manzuru nazar-ı pîran-ı kirâm; Keremli pîrlerin nazarlarına görünen" lâkaplı, muhsî ve muhsîne, bütün yüceliklerin altun pınarı, büyük "İrşad Kutbu", Efendimiz Esseyid Abdülhakîm Arvasî Hazretlerine ithaf ediyorum. Bütün bu sözler ne... Şuur, şiir ve idrakı tek noktada toplayan bir mânâ üzerinde ve gökyüzünü seyrettiren bir âlet mevkiinde kendimi ne türlü şeffaf ve görünmez kılarsam kılayım, dünyanın en hayâsız insanı olduğumu ifşâ ediyormuş gibi bir hissin tesiri altında o türlü eriyorum ki, arkasından, edepsizliğe düşme korkusundan doğan edeb noksanlığı zuhur ediyor ve yaptığım iş, yapılması gereken olarak şart oluyor. Mânâ fatihlerinin önünde, edebli olmak bile "ben-varlık" ifâdesi; suç... Nerde kaldı ki edepsizlik. Öyleyse şükrün edası gerek.
Bu ölçü içinde, şartlarına malik olunmadan bu türlü eserlere yelteni?in, kabak muharrir cehaletiyle İslâm büyüklerinin sözlerini şu veya bu türlü tertib edişin ve yarım akılla kullanışın, kenef ağzıyla kenefte mukaddesleri anmak demek olduğunu da kavrayınız.

Cezb hassası hangisinden gelirse gelsin bir olan ve "Büyük Kapı"ya kul kabul etme fermanını çıkaran en büyük yolun en büyük 33 Başbuğ velisinin en büyüklerinden otuzüçüncüsünün en yakını, alıcı-verici rolündeki Sevgilim ve Dostum, Necip Fazıl Kısakürek... Husûsiyeti şu:
— "Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte içinde bulunduğumuz çağın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam!"

Elin cama ve camın ele değmesi misâlinin çerçevelediği "temas" keyfiyetinde de, onun şahsında tecelli eden mânânın kaynaktan nisbet içinde muhasebesini yapan ve iç'e ve dış'a doğru zâhir oluşunu örgüleştiren ben varım.

Temasın nisbet ve keyfiyeti, "bahariyye"den övgü, "mahlâsnâme"den tasdik, "sâliye"den tebrik çizgileri içinde, bir hüviyet cüzdanı ve ihsân olan ÇOCUK isimli şiirin mânâsında topluca takdim olunmuştur... Küllî emre göre anlayış ve anlayışların nisbet edileceği Küllî emir hüviyetinin sırrı ve hasrı içinde iki belirir ki, belirene nisbetle bir ayniyetin "nasıl" ve "niçin" hâlinde iki delili... Demek ki birbirinin delili!..

Demek ki, ithafım ve ithaf şeklim pek münasip!..

Bir ziyâfet sofrasına çöker gibi, şiir idrakıyla şu hadîse bakınız:
— "Amellere neticelerine göre hükmolunur!"

Zamanı aşma gayesine ermi? bir kahramanın, tek kelimesinin bile bo? olmadığı demleri, hayatının bütün girinti ve çıkıntılarını bu mânâda toplar... Necip Fazıl'daki bu mânâ, beyan olunmadan çok daha önce inanılmış bir hazırlıkta bizi buldu ve elimize büyük İslâm diyalektiğini kurmanın reçetesi tutuşturuldu. Hergün yeniden yeni bir buluşla hayran, bu mânâya şahitlik etmekteyiz; ve görmekteyiz ki, en alelâde sözlerimiz bile vesile kılınarak mânâyla doldurulmuş, en alelâde sözlerle bile taslar dolusu mânâlar sunulmuş, en açık ifâde ve "tegafül-bilmezden gelme" sanatının şahikası bir arada, beynimiz ve kalbimiz kurulmuştur!..

Demek ki, kelimenin altında ve cümlelerin üstünde olanı ararken bulduklarımız, mihraksız ve yüzsüz "çorbacılar"dan ayrı bir yerde, tevhidî bir tecrit tavrının ürünüdür... Bütün bu izâhlardan sonra eklenmesi gereken bir husus:

— "Bir nokta, bir virgül, bir harften ibaret hatanın bile adiliği bana âittir!"

Kıymet ise, yalnız sahiplerinin. Böylece, nisbet çizgisi üzerinde, Dostum ve Sevgilim'in mânâsının mumyalaştırılamayacağını ve her dem taze hüviyetini de, köklerden delillendirmiş oluyorum!..

Yazana değil, yazılanlara bağlı değer ölçüsünün geçerli olduğu bir mevzudaki kâtiplik görevim, bana, hikmet paralamaya yer olmayan bir iş üzerinde bulunduğumu ihtar etmekle beraber, şunun belirtilmesi bir zaruret:

— "Büyük Doğu'nun iç'e ve dış'a doğru zâhirini temsil eden İBDA, Büyük Doğu Mimarı'nın ağzından köklerin ölçülerini işaretlerken, tam bir fasıllaştırmadan kasden kaçınmış, eseri yeterlik ve kifayet ölçüsüne göre tamamlamıştır..."

Hayâ hissi ve iz sürülmesi dileğiyle böyle.

Bu eser, bu yüzyıl İslâm diyalektiğini temsil eden İBDA'nın tâcı... Öyleyse, gözle görülen eşyanın tasvirinde ışığın varlığının tabiî bir hakikat oluşu gibi, bu ışık demetini insan ve toplum meselelerinin halinde izleyiniz!.. Akıl plânında anlatılanı anlamazken akıl adına karşı duran ahmak inkârcı ve nasipsiz kâfir bir yana, dışın dış yüzünden kaba kıyas unsurlarıyla nefsinizi muhatap bulmak yerine, hep yeniden keşfe mevzu olanı hep yeniden keşfedecek bir mesafede durmaya ve bu anlayışı kazanmaya bakınız!.. Kâfir, münafık ve ahmağın anlamadığı ve içine sindiremediği de işte bu, "İslâma muhatap anlayış" davasıdır; "doğru yol" üzerinde durmaksızın yenilenmesi gereken anlayış...

Eser nasıl yazıldı, niçin yazıldı?
Hepsi ve herşey içinde.